Kirsehir
Kayseri
Yozgat
Kars
Sivas
Süleyman Kolu
Kadir Kolu
Cin Ali Kolu
Ümüs Kolu
Kerem Kolu
Sakir Kolu
Küt Ali
Salih Kolu

B. TÜLEKLERİN MENŞEİ VE TARİHTEKİ YERİ

Bu bölümde Tüleklerin menşei meselesine, yani hangi boya ve aşirete mensuplar, şimdiye dek nerelerde yaşamışlar, hangi boy ve devletlerle münesebetleri olmuştur, bu gibi meselelere açıklık getirmeye çalışacağız. Biz bu meseleleri araştırırken de evvela tarihçilerimizin (özellikle de Türkistan tarihi ile ilgili) eserlerinden bulduğumuz belge ve fikirlerden, daha sonra da bugün ülkemizde yaşayan Tüleklerin kendilerinin bildikleri ve bize anlattıkları bilgilerden yola çıktık.

Bulduğumuz belgeler ve dinlediğimiz, elde ettiğimiz fikirler pek çok ortak özelliklere haiz olmasına rağmen, yine de birbirinden farklı ve değişik yönlere de sahiptir. Biz hem bu farklı yönler üzerinde durarak bunları araştırdık, hem de ortak yönlerden bir neticeye gitmeye çalıştık.

Çalışmamızın başında Türklerin ve Türk boy ve aşiretlerinin Anadoluya ilk anayurtları olan Orta Asya'dan göç ettiklerini ve Tülekler denilen boy ve aşiretin de bu göçler esnasında Anadoluya gelip yerleşmiş olabileceklerini belirtmiştik. Dolayısıyla da diğer Türk boy ve aşiretlerinin olduğu gibi Tüleklerin de Orta Asya'da az veya çok bir siyasi ve kültürel geçmişleri olmalıydı veya olabilirdi. Biz de özellikle bu hususu göz önünde bulundurarak Orta Asya Türk tarihine ve Türklerin Orta Asya'da kurdukları devletlerin coğrafyasını araştırmaya çalıştık. Tülekler tarihte büyük devletler veya imparatorluklar kurmuş bir boy veya aşiret olmadığına göre, kurulan devlet ve aşiretlerin sınırları içinde egemenliği altında olmalıydılar.

Diğer taraftan Tülekler acaba Oğuz boylarından birine bağlı bir boy veya aşiret midirler, yoksa diğer Türk boy veya eşiretlerinden biri midirler? Bu meseleyi de bu bölümde ele almaya çalışacağız.

Araştırmalarımızın neticesinde bizim Türk siyasi tarihinde Tüleklerle ilgili bulabildiğimiz en önemli materyal Tülek kalası adı verilen yerdir. Bu kalenin eski Türk devletlerindeki kale tip ve şehirlerini düşünerek bir kale-şehir olduğunu söyleyebiliriz. Yani etrafı surlarla çevrili bir şehir de diyebiliriz. Nitekim genel olarak eski Türk kale ve şehirlerine baktığımız zaman ortada herkesin içinde yaşadığı bir yerleşim merkezi, yani şehir ve bu merkezin etrafında da geniş ve güçlü surlar bulunmaktadır. Hatta bu tip kale şehirlerinin Selçuklu ve Osmanlılar zamanında bile mevcudiyetini sürdürdüğünü biliyoruz. Tülek kalesinin de muhtemelen böyle bir kale-şehir olması mümkündür.

Bugün memleketimizde yaşayan çok sayıda Tülek vardır. Yine bazı tarihçilerimizin bildirdiğine göre tarihte de Tülek boyu veya oymağından bahsedilmektedir. Öyleyse Tülekler denilen bu kimselerin bu kale-şehir dolaylarında yaşadıklarını ve hatta bu yörelerde yaşadıkları için bu kaleye Tülek kalesi ismi verildiğini düşünebiliriz. Nitekim araştırmalarımız neticesinde bu kale-şehirden başka Tüleklerle ilgili hiç bir yer veya mekana rastlamadık. Bugün harabelerine sahip olduğumuz bu kalenin isminin Tülek olması ve Tüleklerin de o yörelerde yaşamalarını sürdürmeleri onların uzun bir tarihi geçmişleri olduğunu göstermektedir.

Bu kalenin tahmini olarak Göktürkler zamanında inşa edildiğini söyleyebiliriz. Nitekim Kafesoğlu'nun bu husustaki görüşleri de tespitlerimizi desteklemektedir. Kafesoğlu hem eski şehir-kale tipi Türk şehirlerinin kuruluşu ile ilgili hem de bunların yaşam tarzları hakkındaki verdiği bilgiler gerçekten ilgi çekicidir:

"Ne Asya, Avrupa Hun topraklarında, ne Göktürklerde Türkler köylü durumunda değillerdi. Bununla beraber mevcut imkanlar dolayısıyla sonradan şehir halinde gelişen planı muayyen eski Roma ordu karargahlarına benzer askeri mahiyette kaleler ve şehir-kaleler (hisar Türkçe: Kermen) Türklerde mevcut olmuştur. Mesela Göktürkler çağında harabeleri hala da görülen Çargelen, Çumpal, Çaldıvar, Atbaş, Sırdakbeg (veya Koyungar-başı) Monakeldi v.b. kaleleri Tanrı dağları ve daha ziyade Isık-Göl dolaylarında sıralanmış olup, stratejik olduğu kadar, ipek yolu üzerinde bulunmaları sebebi ile ticari yönden mühim müstahkem mahallerdi. Fergane'de, Pecikent'te Göktürk devri harebelerinin rastlandığı bölgelerde bunların askeri değerde daha bir çok benzeri bulunuyordu. Aşpara, Kayında, Şiştübae, Aksu, Aktepe, Tölek, Sukuluk, Cul veya Cilarık, Cumış, Sarıg, Yakalıg kaleşehirleri ve daha bir çok kervansaray ve küçük kasaba, daha eski çağlarda kurulmuş ve Göktürk çağında gelişip, Karluklar zamanında ehemmiyeti devam eden yerlerdi."

Kafesoğlu'nun verdiği bilgilere yeniden dikkatle bakacak olursak bu ve benzeri şehir ve kalelerin çok eski zamanlarda kurulduğu, Göktürkler zamanında geliştiği ve Karluklar zamanında da hayatiyetini ve mevcudiyetini sürdürdüğünü anlarız. Dolayısıyla Tülek şehrinin de tarihi sürecinin ve geçmişinin oldukça eski olduğunu söyleyebiliriz. Diğer taraftan yine Kafesoğlu'na dayanarak diğer Türkler gibi Tüleklerin de o dönemde göçebe değil, yerleşik bir hayata sahip olduklarını söyleyebiliriz.

Bahaeddin Ögel'e göre de Tölek isminde bir şehir vardır ve bu şehir bir Karluk şehridir. Ona göre Tülek şehri Balkaş gölünün güneybatısında, Çu nehrinin en batıdaki kolunun hemen yanında, Sirderya'nın çıktığı yerin kuzeyinde kurulmuştur. Bahaddin Ögel'in bir Karluk şehri dediği Tülek şehrinin bulunduğu yöreye Karluklar yine kendisinin verdiği bilgiye göre 8. asrın ikinci yarısında gelmişlerdir. Dolayısıyla bu şehir bir Karluk şehri olduğuna göre kuruluşunun Karlukların bu yöreye geldikten sonraki bir tarih olduğunu kabul etmek gerekir.

Faruk Sümer'e göre ise Karlukların 766 yılına kadar nerede oturdukları belli değildir. Ancak onlar ellerine geçen bir fırsattan yararlanıp İli kıyılarına, arkasından da Kestek ve Korday geçitlerinden Çu boylarına indiler; Sûyâb'ı ve ondan sonra Taraz'ı (Talas) zaptettiler.

Zuhuri Danışman’a göre ise, Karluklar yarı müstakil bir halde yaşayan bir boydu. Önceleri Göktürk hanlığına bağlı idiler, daha sonra ise (bu hanlığın parçalanmasından sonra) Batı Türk Hakanlığına tabi oldular, fakat bu tabiiyet kati değildi.

Karlukların 8. asrın ikinci yarısında bugün Tülek şehrinin bulunduğu yörelere geldiği kesindir. Fakat yukarıda da görüldüğü gibi Tülek şehrinin Karluklar zamanında mı kurulduğu, yoksa Karluklar bu yöreye geldikleri zaman bu şehir burada mevcut muydu, bu hususta farklı görüşler vardır.

Tülek şehrinin bir Karluk şehri olduğu fikrini savunan Bahaddin Ögel'e göre Tülek adlı harabe, Aktepe ve Aksu'nun epey kuzeyinde, Aksu ve Sukuluk nehirlerinin kavşağı üzerinde kurulmuştur. Bu bölge, Karlukların sürülerini yaydıkları otlak yerleridir. Harabeler, zamanımıza kadar az tahrip edilmiş olarak gelmiştir. Çu havzasının kuzeyi, güneye nisbetle oldukça geç zamanda iskan edilmiştir. Bu yeni iskan hareketlerini, Karlukların yerleşik hayata tedrici olarak geçişine hamledebiliriz. Buluntulara göre IX. ve X. asırlarda kurulan bu şehir XII. asra kadar yaşamıştır.

Dolayısıyla Bahaddin Ögel'e göre bu şehir, IX. asırda yani yediyüzlü yılların sonlarında, sekizyüzlü yılların başlarında Çu vadisinde Karluklar zamanında kurulmuştur ve Karahanlıların sonlarına kadar, yani XII. yüzyıla kadar sosyal ve kültürel hayatını sürdürmüştür.

Diğer taraftan biz daha önce sayın Kafesoğlu'nun verdiği bilgilere dayanarak bu şehrin en az Göktürkler zamanında kurulmuş olabileceğini söylemiştik. Nitekim Kafesoğlu'na göre bu şehir ve bu şehrin civarındaki şehirler çok eski zamanlarda kurulmuşlar, Göktürkler zamanında gelişmişler ve Karluklar zamanında hayatiyetlerini sürdürmüşlerdir. Yine Kafesoğlu başka bir çalışmasında yukarıdaki fikirlerinden biraz değişik olmasına rağmen, fikirlerini sağlamlaştıran ve teyid eden bir görüş ileri sürmektedir. Ona göre Harezmşahlar devrinde (1092-1229) İran'da Kuhistan civarında Künâbâd şehri yakınlarında Tülek diye bir şehir vardır. Kendisi eserinin bir dipnotunda Tülek şehri ile ilgili fikirlerini şöyle temellendiriyor:

"H. 617'de Tülek kalası var. Tabakat-ı Nasiri'nin 335. sahifesinde Cüzcani bunları (Harezmşahlar devleti erkanından İmadü'l Mülk Tacu'ddin Debiri Cami'ye göre Sultan Muhammed, Çin'in fethini aklına koymuş; uzaklığı, hareket zorluğu gibi ileri sürülen mukabil delillerle dahi onu bu fikrinden vazgeçirmek mümkün olmamıştı) H. 617'de Tülek kalasında bulunduğu sırada İmadü'l Mülk Tacu'ddin'den dinlemiştir."

Babür Şah'ın hatıralarında ise Tülek çarbağı diye bir yerden sözedilmektedir. Babür şah komutanlarından birinin yaptığı mücadeleyi anlatırken şöyle diyor: "Tenbel, Endican'dan Bişkend civarına geldi. Han, Ahmed beyi ve yanındakileri Tenbel'e karşı çıkardılar; Leklekan ve türek (Tülek) çarbağı civarında karşılaştılar, fakat muharebe filen olmadan ayrıldılar." Babürname'de bu çarbak bir kaç kez daha geçmektedir.

Diğer taraftan Babürname'de Tülek isimli bir komutana da sık sık rastlamaktayız. Tülek, Babür Hanlarından Mirza Han'ın aynı zamanda süt kardeşi ve devletin ileri kademelerinde görev alan birisidir.

Tüleklerin mensup olduğu Türk boyu ile ilgili olarak elde ettiğimiz bir bulgu da Kalaç Türkleri ile ilgilidir. Yani Kalaç Türkleri ile de alakasının olabileceğine dair bazı kaynaklar vardır. Kalaç Türkleri Türklerin ana kütlesinden ayrılmış bir koldur. Nitekim bu ayrılma onların daha sonra Afganlaşmalarına yol açacaktır. Kalaçlarla Tülekler arasındaki en belirgin ilgi Kalaç Hanedanı'nın (1290-1321) başbuğlarından Celal'üd Din Firuz Kalaç'ın babasının adının Kunduzlu Tülek Han olmasıdır.

Ahmed Zeki Velidi Togan ise Tülek köylerinin Başkırdıstan'ın köyleri olduğunu ve bu köylerin 19. yüzyıla kadar geldiğini, yaşamlarını sürdürdüğünü söyler. Yalnız burada şunu belirtmeliyiz ki Zeki Velidi Togan'ın bu tespitinden Tüleklerin Başkırt olduklarından ziyade onların Başkırtların hakimiyeti altında yaşamlarını sürdürdükleri anlaşılmaktadır.

Haritalara da dikkatle bakılacak olursa, bütün kaynakların Tölek, Tülek Çarbağı, Tülek Kal'ası diye zikrettikleri yerler, hep aynı yörede ve diğer bir deyişle aynı yerde bulunan fakat değişik isimlerle adlandırılan yerdir. Babürname'de zikredilen Endican ve Bişkend civarı, Kafesoğlu'nun zikrettiği Kuhistan civarı, Karlukların ve Başkırtların yaşadıkları alanlar, bunların hemen tamamı aynı yöre ve yerlerdir. Nitekim Bahaddin Ögel'in verdiği haritadaki tespit ettiğimiz Tülek şehri, yukarıdan beri tarif edilen ve sözü geçen şehirdir.

Bu şehrin şu an harebeler halinde olduğunu biliyoruz. Fakat şehrin ne zaman kurulduğu meselesi yukarıda da belirttiğimiz gibi ihtilaflıdır. Yani bu hususta farklı görüşler mevcuttur. En erken kuruluş zamanı olarak Göktürkler zamanı bildirilmektedir. nitekim kaynaklarda bu şehrin ne zaman kurulduğundaen ziyade, mevcudiyetinden söz edilmektedir. Tülek şehrinin stratejik açıdan önemli bir mevkide bulunması (ipek yoluna yakın), yerleşik hayatın yaygın olduğu bir yörede bulunması ve o civardaki diğer şehir ve kalelerin genellikle Göktürkler zamanında kurulmuş olması ve aynı zamanda bu yörenin Devlet büyüklerinin iskan yeri olması bu şehrin Göktürkler zamanında kurulduğu fikrini destekler mahiyettedir. Daha önce o civardaki kale şehirlerinin Göktürkler zamanında kurulduğunu söylemiştik. Ayrıca bu hususta geniş ve önemli bir çalışma olan "İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri" isimli eserde bu yörelerle ilgili geniş malumatlar olmasına rağmen Tülek şehri ile ilgili herhangi bir bilgiye ratlayamadık.

Yine Besim Atalay'ın belirttiği gibi Manas Destanı'nda Tölek isimli bir yiğitten söz edilmektedir. Nitekim Manas Destanına baktığımızda Tölgeci Tülek diye bir yiğitten sözedilmektedir. Bu destana göre Tülek falcıdır ve Manas'ın babası Cakıp Han'ın önde gelen yiğitlerinden biridir. Destanda Tölek'in savaşlarından ve çeşitli etkinliklerinden sözedilmektedir. (Tülek isimli kimsenin falcı olması, Tülek kelimesinin manası olan akıllı ve kurnaz veya düzenci kelimesi ile örtüşmektedir.)

Manas Destanı ise bir Kırgız destanıdır. Fakat bu destandaki olayların ne zaman geçtiği hususunda ihtilaf vardır. Ç. Valihanov'a göre sarp kayalarda yaeşayan Kırgızlarda tek bir destan vardır. Bu da Nogay devrine ait Manas Destanı'dır. Bu Kırgızların bütün mitolojisini, masallarını, her türlü geleneklerini bir kahraman çevresine toplamış Kırgız ansiklopedisidir. Kırgızlar için eski Yunanlıların İlyadası gibi bir şeydir. Kırgızların hayat tarzları, görenekleri, ahlak ve dini telakkileri, coğrafyası, tıp bilgileri, başka uluslarla olan ilişkileri bu destanda ifadesini bulmuştur.

Orta Asya ve Çin münasebetleri tarihi uzmanı A. Bernştam'a göre "Manas Destanı"nın çekirdeği Kırgızların Yenisey ırmağı boylarında Minüsin bozkırlarında IX. yüzyılda devlet kurdukları devirde meydana gelmiştir.

Bu hususta netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, Tülekler henüz Anadolu'ya gelmezden önceki dönemlerinde, Orta Asya'da yerleşik olarak bir kale-şehir'de yaşamlarını sürdürmekteydiler. Bu şehrin harebeleri günümüze kadar gelmiştir. Tülek şehri ve Tülekler tarih boyunca çeşitli devlet ve imparatorlukların egemenliği altında yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Kendileri ne bir beylik ne de herhangi bir devlet kurmuş değillerdir. Çu havzasında bulunan bu şehir tarihi süreç içerisinde bildiğimiz kadarıyla evvela Göktürklerin egemenliği altında kalmıştır. Daha sonra 8. asrın ikinci yarısında bu yöreyi Karlukların ele geçirmesinden sonraki dönemde Karlukların egemenliği altına girmiş olmalılar. Karahanlıların sonlarına kadar yaşamsal olarak mevcudiyetini sürdüren bu şehir, Karahanlıların ve Başkırtların ellerine de geçmişlerdir. Nitekim daha önce Zeki Velidi Togan Tülek şehrinden Başkırdıstandaki köyler olarak bahsetmişti.

Anavatandaki bu uzun yaşamdan sonra diğer Türkler gibi Tülekler de siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel sebeplerden dolayı batıya doğru yapılan göçlere iştirak etmişlerdir. Bu göçlerin nasıl ve ne zaman olduğu hususunu ise tahmini olarak şöyle açıklayabiliriz.

Daha önceki bölümlerde Türk göçlerinin tam dört asır sürdüğünü ve bu göçlerin zaman zarfını da X. ve XIV. asır arası olarak belirtmiştik. Kaynaklara dikkatle bakılacak olursa Oğuzların daha yoğun olarak XII. asırda Anadolu'ya geldikleri görülür. Daha değişik bir deyişye Türk göçleri XII. asırda daha yoğun olmuştur. Yine daha önceki kısımlarda Bahaddin Ögel’in verdiği bilgilere dayanarak Tülek şehrinin yaşamsal mevcudiyetinin XII. asrın sonlarına kadar sürdüğünü de belirtmiştik. Dolayısıyla bütün bunlara dayanarak Tüleklerin asıl yaşamlarını sürdürdükleri Çu havzasından ve Tülek şehrinden XII. yüzyıldan hemen sonra ayrıldıklarını ve Türk göçüne iştirak ettiklerini söyleyebiliriz. Fakat onlardan ne kadarı Anadolu'ya göç etmişlerdir, ne kadarı daha başka yerlere göç ederek yerleşmiştir, bu hususta kesin bir şey söylemek oldukça zordur. Ancak onlardan önemli bir kısmının Anadolu'ya göç ettiklerini ve yaşamlarını burada sürdürmeye devam ettiklerini biliyoruz.

Şimdi Tüleklerin hangi yolları takip ederek göç ettiklerini ve arkasından da Tüleklerin menşe' itibariyle hangi boya bağlı olduklarını açıklamaya çalışalım.

Bilindiği gibi Türklerin Orta Asya'dan göçleri iki koldan olmuştur. Birisi Hazar denizinin kuzeyinden, diğeri ise güneyinden, yani İran üzerinden. Tülekler de bu iki yoldan ikincisini, İran yolunu seçmişlerdir. İran üzerinden Anadolu'ya doğru yola koyulan Tülekler tabii olarak geldikleri yerlerde ulaşımın ve taşımacılığın zorluğundan dolayı yıllarca beklemek zorunda kalmışlardır. Diğer Türk boylarının olduğu gibi onların da Anadolu'ya olan göçleri uzun yıllar almıştır.

Zeki Velidi Togan'a göre ulaşımın ve taşımacılığın zor olması ve Türk boylarının uzun süre buralarda kalması onların İran kültürü ile haşır neşir olmasına yol açmış ve pek çok Türk bu göç esnasında farslaşmıştır. Yine onun belirttiğine göre bu farslaşan/İranlılaşan Türkler arasında Tülekler de vardır. Zeki Velidi Togan bu hususta şunları söylüyor:

"İran medeniyetinin temsilcilik kudretinin Selçuklular üzerindeki akisleri o kadar kuvvetli idi ki; İran Türkleri gibi Ön Asya Türklerinin mühim bir kısmı için de bu muhitte erimek tehlikesi her vakit varid olmuştur. Arap, Fars hatta Kürt gibi Müslüman kavimler arasında ekalliyet olarak yaşayan Türkler çok vakit bu kavimlere temessül etmişlerdir. Bu hususu Afganistan'da, hilmend havzasında yaşayan Türklerin, Siistan, Kuhistan, Fars, Cibal, Khuzistan ve Irak-ı Arab ve Suriye taraflarındaki Türklerin ekalliyet olarak yaşayan zümrelerinin Moğollar geldiği zamana kadar ve sonra yerli kavimler arasında erimiş olmaları pek vazıh olarak gösterir. Türk münevver zümrelerinin kendilerini siyaseten hakim olmalarına rağmen, Arap ve Fars medeniyetinin faikiyetine kani olmaları bu temessül işindeki önayak olmuştur. Horasan'da ve Fars vilayetinde bizzat Selçuklulara mensup ve bugün tamamıyla İranileşmiş zümreler vardır. Bunların Herat'ta yaşayanlarından biri olan Selahaddin Selçuki, bugün Afganistan'da ileri gelen ve farsça yazan muharrirlerdendir. Sultan Sencer'e nisbetle "Senceri" ismini alan kabileler ve yine onların hizmetinde bulunan "Tülek" ismindeki oymak ve fars vilayetinde yerleşen Salgur ve Agaçerilerin bir kısmı Moğollar geldiği sırada artık farslaşmış bulunuyorlardı."

Yine Harezmşahlar devleki döjneminde yaşanan olaylardan bu bölgede Tüleklerin varlıklarını sürndürdüğünü anlıyoruz. Nitekim Künabad şehrinin muhafazasının o dönemdeki Tülek Kadısına verildiğini biliyoruz.

Fakat bütün bunlara rağmen Tüleklerden önemli bir kısmının Anadolu'ya geldiğini ve Anadolu'nun çeşitli yörelerine yerleştiklerini biliyoruz. Diğer taraftan Zeki Velidi Beyin belirttiği gibi Tüleklerin Selçukluların egemenliği altında ve onların hizmetlerinde bulunduklarını da söyleyebiliriz. Daha önce Tüleklerin tamamının Anadolu'ya gelmediklerini ve onlardan bazılarının başka yörelere de göç etmiş olabileceklerini söylemiştik. Nitekim bizim bu görüşümüzü bazı kaynaklar doğrular mahiyettedir. Tülek Destanına göre meşhur kahraman Tülek, Hazar denizinin doğusundaki Balkan dağları civarında yaşamaktadır.